18 Temmuz 2008 Cuma
James White - Nba ?
Lakers forması altında mücadele eden ve çıktığı üç maç içinde max 13 dakika süre alan White en iyi istatistiğini Sixers karşısında 3/6 isabetle 6 sayı 1 ribaunt ile sergiledi.
Böyle giderse White'ın NBA hayalleri suya düşmüş olacak ve gözünü yeniden Avrupa semalarına çevirecek..
Clippers Bir Savaşçı Daha mı Alacak ?
Yalnız NBA kariyeine 10 günlük kontratlarla başlayan, NBDL'lerde basketbol yaşamını sürdürürken Warriors'un kadro sıkıntısıyla kontrat yaptığı ve kendini gösterme şansı bulan Azubuike aynı başarıyı Clippers'ta sergiler mi ? Warriors'un sistemi aslında tam ona göreydi ve zaman zaman oldukça başarılı maçlar çıkartabiliyordu. Eğer olurda Clippers'a giderse burada biraz zorlanabilir ama yine Baron'la oynamanın avantajını kullanacaktır.
Ronaldinho Yeniden Gülümsüyor
Transferi son günlerde çok konuşulan Ronaldinho, bugün Milan ile anlaşma imzaladı. San Siro zeminine çıkan ve 40 bin taraftara seslenen Ronaldinho başarı sözü verdi.
Ronaldinho sahaya çıkar çıkmaz inanılmaz bir show gösterisi olmuş stadda. Eh Ronaldinho'nun da yüzünde tekrar gülümseme belirivermiş haliyle..
Sinema-Basketbol
Basketbol ve sinema ilişkileri ile devam edelim. Şimdi de izlediğim basketbol ile ilgili sinema filmlerinden oluşan bir sıralama yapıyorum.
1- Glory Road : Bu filmi ilk sıraya koymamın sebebi öncelikle gerçek bir hikayeden alınmış olması benim için. Filmin sonunda çıkan yazıyı tam hatırlamıyorum ancak Amerika Spor Tarihinin en önemli-şaşırtıcı müsabakalarından Kentucky-Texas Western NCAA Finali'ne götürüyor bizleri.
Siyah-beyaz çatışmasının ısrarla vurgulandığı buna rağmen koçun oyuncuların ve ailelerinin kenetlenmesi ile kendilerine şans tanınmamasına karşın NCAA şampiyonluğuna giden yol anlatılıyor. Dönemin basketboluna beyazlar hakim ve siyahlar alt sınıf muammele görmekte ancak buna rağmen koç takımına siyahi oyuncuları getirerek büyük bir spor olayına imza atıyor. Son olarak film hakkında sözlerimi bitirmeden belirteyim NBA'in en kurt teknik adamı Pat Riley'i o yıl Kentucky forması ile filmde oynarken görmekteyiz. Filmin sonunda kendi ağzından maç ile ilgili kısa yorumlarda mevcuttur.
2- Coach Carter : Bu filmde de basketbola bir koç gözünden baksa da basketbolun sinemaya uyarlanmış iyi örneklerinden biridir.
İdeallerinden vazgeçmeyen bir koç takımındaki tüm oyunculara lisede belirli bir not ortalamasını tutturmasını aksi halde takımda olamayacaklarını söyler ve bu tavrı nettir. Bunun dahlinde gelişen olaylar. Aslında senaryo klasik sorunlu bir takımı toplayıp idealist bir koç ile başarıya ulaşma amacı var tıpkı Glory Road'da olduğu gibi ancak bu filmin sonu klasik holywood yapımlarından daha farklı. Burada takım şampiyonluk kupa vs gibi bir sevinç yaşamanın aksine final yolunda eleniyor ve bizleri hüzünlü bir son bekliyor. Samuel L. Jackson'un filme çok şey kattığı ortada koö rolünde.
3- He Got Game : Ray Allen'ın da rol aldığı zaman zaman psikolojik ögeleriyle dikkat çeken bir film. Fanatik Knicks hyranı Spike Lee tarafından çekilen filmde Stephon Marbury'nin gerçek yaşam öyküsünü konu alsa da kurgusu-senaryosu çelişkilerle doluydu.
Ray Allen basketbola yeteneği olan bir genci canlandırıyor. Zaten sorunlarla büyüyen bu genç adam Nba ve üniversite tercihleri arasında sıkışıp kalmışken bir de babasının hapisten çıkması ile yaşamı daha da zorlanıyor. Ray Allen'ın babası rolündeki isim ise Denzel Washıngton.
4- White Man Can't Jump : Basketbol içerikli filmlerin arasında belkide en meşhur olanı olsa da benim listemde 4. sıraya kadar düştü. Aslında bakılırsa üstteki filmlerden pek farkı yok aksine daha da artı yönleri mevcuttur ancak nedense 4. sırada yazmak istedim.
Bu filminde ana konusu siyah-beyaz çatışması ancak bu kez olay parke de değil sokaklarda geçmekte. Siyahilerin çoğunlukta olduğu bir bölgeye taşınan beyaz Billy oldukça yeteneklidir. Sidney -Wesley Snipes- ile tanıştıktan sonra kendini kanıtlayan ve basketbol oynayarak Sidney'in borçlarını kapatmaya uğraşan iki gencin hikayesi var filmde.
5- Aslında daha bir çok basketbol filmi var ancak daha izlemedim. İzleyebilir miyim de bimiyorum bu saatten sonra. Tabi bu ciddi yapımlardan sonra eğlencelik basketbol filmlerinden de bahsetmeden olmaz.
En meşhuru Michael Jordan'ın rol aldığı Space Jam filmi. Bunun dışında Like Mike'da -Mike Gibi- Nash-Kidd gibi bir çok NBA yıldızının rol aldığı eğlencelik bir film. Bir de pek tavsiye etmesem de Martin Lawrence'in rol aldığı Ribaunt adında vasatın da altında bir basketbol filmi var.
Basketball Diaries - Günlük
Blog'u sinema-basketbol temasıyla açtık üzerinden çok geçmeden iki gece önce izlediğim Günlük filmi ile siftahı yapalım.
Az önce dedim ya odanın tozlu köşelerinde bir ton izlenmemiş film var diye.Bunlardan biri de 1995 yapımı Di Caprio'ya oyunculuk konusunda basamak atlatan bir film. Cnbc-e geçtiğimiz sezon bir çok defa yayın akışına koymuştu bu filmi ancak bir türlü izleyememiştim okul-ders vs problemlerden dolayı.
Geçen gece izlemek için iyi bir film araştırırken tesadüfen buldum. Hemen başladım izlemeye tabi. Son yılların aksiyonlu-bilimkurgulu hollywood yapımlarına alışmışız biraz yadırgadım başta ancak gerçekten oldukça iyi bir filmdi.
Yaşanmış bir olaydan esinlenmesinin dışında ders-ibret verici bir havası var. Di Caprio'nun toy yılları olmasına rağmen oldukça etkileyici bir oyunculuk sergilemesi filme ayrı bir hava katmış. Tek eksik vurucu sahnelerde daha etkileyici müzik seçimlerinin yapılamamasıydı. Müziklerle film yakaladığı dram havasını da çabuk kaybettiriyor insana.
Merhaba ...
Hepinize selam öncelikle. Ben Kaan Mert Kayrak.
Net aleminde 3-4 yıldır takılmaktayım daha önceden aktif olarak ilgilendiğim bir-iki blog'um vardı ancak blog aleminde burası mekan. Eh bizde burada yazacaz.
Genel olarak sinema-televizyon ve basketbol içerikli bir blog olacak.
Bursa doğumluyum ve halen de burada yaşamaktayım..
İnternette sıklıkla nbatr.com'da bulunuyorum. Oraya da zaman zaman köşe yazıları gönderiyorum.
Basketbol favori sporum olsa da her türk genci gibi futbolu da izlemekten zevk alırım. Fenerbahçe'liyim. Aynı zamanda NBA'de Miami Heat'i tutuyorum.
Her sporu izlemek hatta uygulamak keyif verir bana. Tenis örneğin. Nadal-Federer gibi isimleri izlemek o kadar keyifli ki ekran başında. Tabi uygulama anlamında sıfır kalmaktayım ama masa tenisinde hiçte fena değilimdir :)
Sinema'da hobilerimin tepesinde yer alır. Elimde hatırı sayılır bir arşiv ve cidden daha izlemediğim odanın tozlu köşelerinde kalmış bir dolu film cd'im var.
Neyse yazılarda görüşmek üzere..